egolarınızı, saplantılarınızı, kıskançlıklarınızı, olmadığınız gibi olmalarınızı, kaprislerinizi, narsistliğinizi, sahteliğinizi ve dahası kendizi alıp gidin be kardeşim...
öyle sinirliydiki herkese bağırdı durdu sadece... herkesi kovmak istediği hayatından.. başka bir semte ya da şehire ya da ülkeye gidesi geldi.. gitmek istedi, sırtındaki yükleri yolun ortasına bırakıp kaçmak istedi o semte doğru. ya da şehire.. ya da ne bilim ülkeye.. belki kore'ye...
bebekliğine dönmek istedi; tek sorunun, istediği oyuncağı almayan annesine kızgın olduğu günlere. hey gidi günler, ne kolay o zamanlar hayat.. ve o kolay hayattan kurtulup büyümek isterdik hep çılgınca..
büyüdükte ne oldu, hayatımıza, yüreğimize kazınan acılardan başka? arada bu acıları hafifletici küçük mutluluklarla avunduk durduk. sevdiklerimize sığındık başka bir sevdiğimizi attığı kazıkta.. kazıklar bitmedi, sevmelerde...herşey hep aynı yerinde.. ama biz değiliz.. biz hep gidiyoruz bir yerlere. kimi zaman zorunlu, kimi zaman ayaklar gider sebepsizce.. ama gitmeliyiz işte.. aynı yerde durulmaz ki..
işte böle bir çıldırış wardı içinde.. bağırıp duruyordu.. evet kendisi dişiydi ama aybaşı değildi.. sadece bunalmıştı.. dünya yalan söylüyordu ve o da dinliyordu, sesi çıksada bastırılıyordu.. daha ne yapsın çıldırmayıp?! susturuluyordu.. çünkü kandırılmak hoşlarına gidiyordu, gerçekler ağırdı.
yalanlar benimsenmişti. güzel gelmişti. o zaman susturulmalıydı..
18 Nisan 2010 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder